Bir gün Hoca, yükleyeceği kadar odun yükler eşeğine; bal tası ile, baltasını da üstüne atar:
�Haydi, uzun kulaklı arkadaş, der; sen şu dağ yolundan git, ben de dere boyundan. De bakalım, hangimiz daha erken ineceğiz köye!�
Gayri, mübarek adam, bir taş üstünde dinlenmeden, mendilini çıkarıp alnını terini kurulamadan, yürür babam yürür! Bir de, kan ter içinde köye gelir ki, daha ortalıkta adı, sanı yok eşeğin!
�Bin kere maşallah, ben eşekten daha yürükmüşüm!�der.
Karısı da:
�Ya, maşallah, bugün eşeği de geçtin!� diye güler.
Kılı kırk yarmanın zamanı mı! Bu söze yüzünü buruşturacağına, oturur, eşeğin yolunu bekler Hoca. İyi ama, bir bekler gelmez, iki bekler gelmez; üçüncüsünde, içine bir korku düşer. Yorgun argın dönüp gider ki, seninkinin hiçbir şey umurunda değil, yayılıp duruyor! Doğrusu bu hale Hoca�nın canı sıkılır:
�Be birader, sen hala bıraktığım yerde otluyorsun, gayri bu kadar da eşeklik olmaz ki, var ne halin varsa gör!� der; bal tası ile, baltasını alıp evin yolunu tutar.